İmplantlara kablosuz erişim sağlanabilecek
Vücut içine yerleştirilen ve tedavi destekleyici özellik taşıyan implantlara kablosuz erişim ile ulaşılabileceğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Muhammad İlyas, çalışmanın şu an kadavralar üzerinde test aşamasında olduğunu söyledi.
Beyin, kalp ve damar cerrahisinde sıklıkla kullanılan implantların arıza durumunda vücuttan çıkarılmaları gerekebiliyor. Bu durum için Altınbaş Üniversitesi ve Glasgow Üniversitesi iş birliğiyle yürütülen projeyle implantlara Wi-Fi yani kablosuz ağ ile erişimi amaçlayan çalışma sürdürülüyor. Yaklaşık 10 yıl sonra hayata geçebilecek olan çalışma, kadavra üzerinde yapılan testler ile devam ediyor.
HASTALARIN DURUMUNA GERÇEK ZAMANLI TAKİP
Proje hakkında bilgi veren Altınbaş Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Muhammad İlyas, çalışmayla birlikte doktorların bu implantları kullanarak hastalarının durumunu gerçek zamanlı takip edebileceklerini belirtti.
İlyas, “Doktorlar bu implantları kullanarak hastalarının durumunu gerçek zamanlı takip edebilecekler. Böylece, hastaların da sürekli doktora veya hastaneye gitmelerine gerek kalmayacak çünkü hasta verisi sistemde sürekli güncellenerek herhangi bir iletişim cihazı ile doktora aktarılabilecek. Kablosuz erişim, kalp bili, beyin içi mikro cihazlar gibi tüm implantlara uygulanabileceği gibi yeni implantlarla birlikte de kullanılabilecek. Kronik hastalığı olan birçok insan ya durumun ciddiyetini zamanında fark edemediği için ya da sürekli gözlem altında tutulmadıkları için hayatlarını kaybedebiliyor. Tüm kronik hastalıklarda ve krizlerde tek bir saniye bile çok önemlidir. Bu teknoloji sayesinde doktorlar hastanın durumunu, hasta krizin yaklaştığını hissetmeye başlamadan önce kavrayarak hastanın hayatını kurtarmak için mümkün olduğunca hızlı müdahale edebilecekler” ifadelerini kullandı.
UZAKTAN UYGULUNABİLİR HALE GELECEK
İmplant cihazların pil ömrünün konusunda henüz araştırma aşamasında olduklarını belirten İlyas, “Bu tip cihazların pil ömrünün 5G sayesinde birkaç seneye kadar uzamasını bekliyoruz. Bu implantlar tıp biliminin geleceğini tamamen değiştirebilir” dedi.
Proje üzerinde gerçek deneysel veri toplamaya ve matematiksel bir model oluşturmaya çalıştıklarını kaydeden İlyas, “Projemizde ana uygulama, hastalıkları zamanında tespit ederek doktora bilgi verecek. İkinci uygulamanın ise doktorlarla veri paylaşımında bulunarak tedavi sürecine katkıda bulunması planlanıyor. Ayrıca, bu uygulama ile hasta kendi durum takibini de yapabilecek. 5G’ye geçişle birlikte de bu uygulamanın uzaktan yapılan cerrahi operasyonlarda mutlaka kullanılacağını düşünüyorum” dedi.
Bursa’da 0-14 yaş arası çocuklara ücretsiz süt dağıtılmasını ve 4-6 yaş arası çocuklara yarı zamanlı anaokulu eğitimi verilmesini kapsayan ‘Süt Kuponu’ ve ‘Ana Kucağı’ isimli projelerin lansmanı, Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın katıldığı toplantıyla yapıldı. Tanıtımı yapılan projeler çerçevesinde ilk olarak 1500 aileye her hafta düzenli olarak süt yardımı yapılacağını, 600 çocuğa da yine kesintisiz şekilde anaokulu eğitiminin verileceğini belirten Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, “Süt dağıtımı hemen, anaokulu uygulaması da 3 Şubat 2020 tarihi itibariyle başlayacak. Sistem oturdukça, kapasite artırımına gideceğiz. Hedefimiz, sokakları daha canlı ve mutlu bir Bursa” dedi.
Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi (Merinos AKKM) Muradiye Salonu’ndaki toplantıya, Başkan Aktaş’ın yanı sıra BESAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bektaş ve Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Yunus Kaldırım ile basın mensupları katıldı.
1500 aileye süt yardımı
Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, sosyal hayat ve eğitim projelerini uygulamanın seçim sözleri arasında yer aldığını hatırlatarak, vaatler kapsamında bugün 2 farklı projenin startını vermekten büyük mutluluk duyduklarını söyledi. Süt Kuponu Projesi ile 0-14 yaş arası çocuklu ailelere ücretsiz süt dağıtımı yapacaklarını, Ana Kucağı Pojesi’yle de ilk etapta 600 çocuğa ücretsiz anaokulu eğitiminin verileceğini kaydeden Başkan Aktaş, “Süt yardımları, ihtiyaç sahibi ve 0-14 yaş arası çocuklu ailelere, çocuklarımızın daha sağlıklı büyüyebilmeleri için yapılacak. Proje kapsamında belirlenecek 1500 aileye haftada 3’er adet litrelik BESAŞ günlük pastörize süt dağıtımı gerçekleştireceğiz. Dağıtımlar, yardım kuponları vasıtasıyla yapılacak” dedi.
600 çocuğa anaokulu eğitimi
Bakan Alinur Aktaş, Ana Kucağı Projesi’nin de 4-6 yaş arasındaki anaokuluna başlayabilecek, gelişim sürecindeki çocuklar için geliştirildiğini ifade etti. Başlangıçta 8 noktada hazırlanan merkezlerde 600 çocuğa yarı zamanlı ücretsiz eğitim verileceğini kaydeden Başkan Aktaş, “Milli Eğitim Bakanlığı’nın uyguladığı müfredat ve öğrenci kayıt sistemi, bu projemize entegre edilecek. Bakanlık müfredatının yanı sıra burada, değerler eğitimine de önem vereceğiz. Eğitime katılan çocuklardan ücret alınmadığı gibi eğitim dönemi başında ihtiyaçları olabilecek temel malzemeleri içeren eğitim setleri de tarafımızdan ücretsiz olarak kendilerine teslim edilecek” diye konuştu. Başkan Aktaş, Ana Kucağı Projesi için Osmangazi ilçesinde Hamitler Sosyal Yaşam Merkezi, Yıldırım ilçesinde de Musababa Hançerli Medresesi, Ulus Mahalle Konağı, Yeşilyayla, Vakıf, Demetevler, Beyazıt ve Arabayatağı sosyal yaşam merkezlerinin belirlendiğini açıkladı.
Duyarlı vatandaşlara çağrı
Başkan Aktaş, toplantı kapsamında ‘duyarlı vatandaşlara’ çağrıda da bulundu. Bursa’da yaşayan ihtiyaç sahiplerine yardım etmek isteyenler için BESAŞ’ın kupon kampanyalarının bulunduğunu dile getiren Başkan Aktaş, “Ekmek, yumurta, yoğurt, peynir ve süt kuponları alarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak isteyenler, kuponları kendileri alıp ihtiyaç sahipleri için değerlendirebilirler. İsterlerse, Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığımız aracılığıyla belirlenen ihtiyaç sahiplerine kuponları ulaştırabiliriz. Yardım kuponuna ihtiyacı olan vatandaşlarımız Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığımıza şahsen başvurabilirler” şeklinde konuştu.
Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, toplantı sonunda BESAŞ’ın ürettiği günlük pastörize sütlerden içerek, basın mensuplarına ikram etti.
Milli Eğitim Bakanlığı, özel eğitime ihtiyacı olan bireyler için özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde sunulan destek eğitim programlarının içeriklerini yeniledi.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde zihinsel yetersizlik, otizm spektrum bozukluğu, öğrenme güçlüğü, görme ve işitme yetersizliği gibi 7 farklı engel grubunda sunulan destek eğitim programlarının içeriklerini güncelledi.
TÜBİTAK tarafından desteklenen proje kapsamındaki güncelleme çalışmalarına, üniversitelerin özel eğitim, dil ve konuşma terapistliği, odyoloji, fizyoterapi ve ergoterapi bölümlerinden akademisyenler ile Bakanlığa bağlı resmi ve özel okul ile kurumlardan öğretmen ve uzmanlar katıldı.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, yaptığı değerlendirmede, eğitim programlarının sürekli güncellenmesinin eğitimin kalitesiyle doğrudan ilişkili olduğuna dikkati çekti.
Bu bağlamda özel eğitim müfredatına büyük önem verdiklerini vurgulayan Selçuk, şunları kaydetti:
“Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde 7 engel grubuna yönelik uygulanan özel eğitim programlarının güncellenmesine uzun zamandan beri ihtiyaç duyuluyordu. TÜBİTAK tarafından desteklenen proje kapsamında yürütülen güncelleme çalışmalarında son aşamaya geldik.
Bakanlığımızdan, üniversitelerimizden ve diğer kurumlardan alan uzmanlarının ortaklaşa yürüttükleri eğitim programları güncelleme çalışmaları tamamlandı. Hazırlanan yeni programları paydaşlarımızın görüşlerine sunduk. Onlardan alacağımız geri beslemelerle son şeklini vereceğiz.”
Destek eğitim programları zenginleştirildi
Destek eğitim programlarının güncellenmesi çalışmalarına Mayıs 2018’de başlayan Bakanlık, bu kapsamda 4 çalıştay düzenledi.
Çalışmalar sonucunda müfredatla uyumlu, öğretim planı örneklerinin ve detaylı açıklamaların bulunduğu, zenginleştirilmiş kazanımlarla öğretmen ve öğrenci dostu bir destek eğitimi programı oluşturuldu.
Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde uygulanan zihinsel yetersizlik, otizm spektrum bozukluğu, öğrenme güçlüğü, görme yetersizliği, işitme yetersizliği, dil ve konuşma güçlüğü ve bedensel yetersizlik olmak üzere toplam 7 engel grubuna yönelik programlar genişletildi ve zenginleştirildi.
Programlar, “modül, bölüm, hedef, hedef davranış ve açıklamalar” bölümlerinden oluşuyor.
Özel eğitime ihtiyacı olan çocuk nasıl belirleniyor?
Özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin eğitsel değerlendirme ve tanılaması, rehberlik ve araştırma merkezlerinde (RAM) oluşturulan özel eğitim ve değerlendirme kurullarınca yapılıyor. Bireyler, süreç sonunda özel eğitim değerlendirme kurulu raporu sonucuna göre, ihtiyacına uygun destek eğitim programlarına yönlendiriliyor.
Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğüne bağlı olarak faaliyet gösteren özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde, okul çağı ve okul çağı dışında olan bireylere bir ayda 8 saat bireysel ve 4 saat grup eğitimi alabilme imkanı tanınıyor.
Osmangazi Belediyesi’nin ilköğretim çağındaki çocukların eğitimlerine destek vermek amacıyla kurduğu Bilgi Evleri’nden faydalanan öğrencilerin velilerine, çocuklarda görülen uyum ve davranış bozuklukları konusunda eğitim verildi.
Hüdavendigar Sosyal Gelişim Merkezi’nde düzenlenen eğitimde veliler, çocuklarda görülen tırnak yeme, tikler, yalan söyleme gibi problemlerin altında yatan sebepler ve çözüm süreçleriyle ilgili bilgilendirildi. Aynı zamanda velilere hiperaktivite ve otizmde belirtilerin neler olduğu, hangi durumlarda destek alınması gerektiği anlatıldı. Yaklaşık iki saat süren eğitimde psikolog Güler Güleç, ailede iletişim ve bilinçlendirme ne kadar etkiliyse o oranda sağlıklı nesiller yetiştirileceğinin altını çizdi.
Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü akademisyenleri tarafından hazırlanan Şehir Sağlık Profili eseri yayımlandı.
Bursa kentinin sağlıklı bir kent olma yolundaki adımlarını istatistiki verilerle ortaya koyan Bursa şehir sağlığı profili oluşturma çalışması tamamlandı. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Uludağ Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü arasında yürütülen işbirliği protokolünün bir ürünü olarak hazırlanan Şehir Sağlık Profili, Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlandı. Çalışma, Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Feza Karaer, Prof. Dr. Güray Salihoğlu ve Doç. Dr. N. Kamil Salihoğlu tarafından gerçekleştirildi.
BURSA’NIN SAĞLIK PROFİLİ ÇIKARILDI
Bursa Şehir Sağlık Profili-2019 çalışmasında, kentin fiziksel, sosyo-ekonomik, çevresel ve kentsel altyapı göstergeleri ve Bursa yaşam endeksi detaylı olarak değerlendirildi. Türkiye’deki resmi kurumların yayınlanmış en güncel verilerinden derlenerek oluşturulan kentsel göstergeler ışığında Bursa’nın mevcut kent sağlığı profili karşılaştırmalı olarak ortaya kondu. Çalışma, Bursa kentinin sosyal, çevresel ve ekonomik problemlerinin çözümünde göstergelere dayalı bilimsel bir altyapı sunmayı amaçlıyor.
Çalışmayı yürüten akademisyenler, eserin Bursa için faydalı olması ve sağlıklı bir kent olma yolunda adımlar atmayı hedefleyen kurum ve kuruluşlar tarafından değerlendirilmesi dileğinde bulundu.
Yeni bir eğitim-öğretim dönemi başlarken, Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği Başkanı Prof. Dr. Feyza Darendeliler, çocuk ve gençlerde büyüme geriliğine dair önemli bilgiler verdi. Çocuğun boyunun normal olup olmadığı, sağlıklı çocukların boy değerlerinden hazırlanmış persantil eğrileri kullanılarak değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Prof. Dr Feyza Darendeliler, okula dönüş döneminin yaklaşmasıyla büyüme geriliğini işaret eden belirtilere dikkat çekti ve sağlıklı büyümenin en önemli şartlarından birinin sağlıklı beslenme olduğunu vurguladı.
Büyüme, doğum öncesi dönemden başlayarak doğumdan sonra 18 yaşlarına kadar farklı hızlarda ancak sürekli devam eden süreci kapsıyor. Çocukların boyunu ve büyümesini belirleyen en önemli etken anne ve babadan geçen genler. Buna ek olarak büyüme hormonu, tiroid hormonu gibi hormonlar da boy uzaması üzerinde etkiye sahip. Sağlıklı büyümenin en önemli şartlarından biri ise sağlıklı beslenme. Ayrıca çocuğun büyüyebilmesi için psikososyal ortamının olumlu olması ve esas büyümeyi sağlayan uzun kemiklerin uyaranlara yanıt verebilmesi gerekiyor.
Sağlıklı da olsa tüm çocukların belirli aralarla izlenimi şart
Büyüme geriliği, çocukların olması gereken boya göre daha kısa olması olarak tanımlanıyor. Çocuğun boyunun normal olup olmadığının, sağlıklı çocukların boy değerlerinden hazırlanmış persantil eğrileri kullanılarak değerlendirildiğini belirten İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı Başkanı, Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği Başkanı Prof. Dr. Feyza Darendeliler, ölçü sistemini özetledi: “Sağlıklı bir çocuğun boyu eğri üzerinde 3. ve 97. persantil çizgileri arasında yer alır ve 2 yaşından sonra çocukluk dönemi boyunca aynı eğri üzerinde devam eder. Çocuğun boyunun persantil eğrilerinde 3. persantil altında olması, normal persantil eğrileri içinde olsa bile zaman içinde eğri içinde düşme göstermesi ya da anne-babasına göre çocuğun boyunun kısa olması patolojiktir ve tetkik gerektirir. Boy kısalığını veya büyümede duraklamayı yakalayabilmek için tüm çocukların sağlıklı da olsalar belirli aralarla izlemi şarttır.”
Büyümede duraklama, başka bir hastalığın habercisi olabilir
Büyüme döneminin karmaşık ve birbiriyle ilintili birçok olayın bir sonucunda gerçekleştiğini belirten Prof. Dr. Feyza Darendeliler, yaşanan herhangi bir hastalığın büyüme sürecini olumsuz etkileyebileceğinden ve büyümede duraklamanın altta yatan başka bir hastalığın ilk belirtisi olabileceğinden bahsetti: “Büyüme hormonu büyümeyi sağlayan en önemli hormonlardan biridir. Bu hormonun eksikliği yaşayan çocukların boyları kısa ancak kiloları normaldir; yağ dokuları ise fazladır. Büyüme hormonu eksikliği, doğumsal olabileceği gibi sonradan oluşan nedenlerle de olabilir. Ancak olguların yaklaşık yarısında altta yatan neden bilinmemektedir. Bu nedenle gerekli tetkiklerin tümü yapılmalı ve eşlik eden bir hastalık olmadığından emin olunmalıdır.”
Büyüme hormonu yetersizliği, 4.500 çocuktan birinde görülüyor
Büyüme hormonu eksikliğine bağlı boy kısalığının farklı çalışmalara göre 4.500 ila 10.000 çocukta bir görüldüğünü belirten Prof. Dr. Feyza Darendeliler, boy kısalığı nedenlerini şöyle özetledi: “Boy kısalıkları normal boy kısalığı (yüzde 80-85) ve patolojik boy kısalıkları (yüzde 15-20) olarak ikiye ayrılır. Normal boy kısalıklarına ailevi boy kısalıkları ve yapısal boy kısalıkları dahildir. Ailevi boy kısalığı, anne ve/veya babası kısa olan çocukların boy kısalığına denir. Yapısal boy kısalığı ise çocukluk dönemlerinde kısa olan, ergenlik başlaması biraz geciken, ancak daha sonra ergenlik başladıktan sonra uzayan ve hedef boylarına ulaşan çocukları kapsar. Patolojik boy kısalığı ise vücut oranı bozuk olanlar ve vücut oranı normal olanlar olmak üzere iki alt başlıkta toplanır. Vücut oranı bozuk olanlardaki boy kısalığı iskelet sistemi hastalıklarından kaynaklanır. Diğer yandan, vücut oranı normal çocuklardaki kısa boylulukta ise Turner sendromu, beslenme bozukluğu ve kronik malnutrisyon, uzun süreli hastalıklar (kalp, böbrek, kan vb.), hormonal bozuklar (büyüme hormonu eksikliği, hipotiroidi )ve psikososyal boy kısalığı gibi nedenler etkili olmaktadır. Ayrıca, zamanında ancak düşük doğum ağırlıklı olarak doğan çocukların %10-15’i de büyümede yakalama yapamamakta ve kısa boylu olmaktadır.” Turner sendromu kız çocuklarda 2500 çocukta bir görülmekte olup çocukluk döneminde tek bulgusu boy kısalığı olabilir. Bunun dışında normalden farklı bazı bulgular olabilir. Ergenliğin başlamaması diğer önemli bir bulgudur.
Büyümenin izlenmesi, büyüme süreci tamamlanıncaya kadar devam eder
Büyümenin izlenmesi aile hekimleri ve çocuk doktorları tarafından takip ediliyor. Genellikle ilk 1 yaşta 1-2 ayda bir; 1-2 yaşta 3 ayda bir; 2-6 yaş arası 6-12 ayda bir, 5 yaşından sonra ise yılda bir izlem gerekir. Kız çocuklarda ilk adet olduktan sonra ortalama 6 cm büyüme olur. Erkek çocuklarda ise ergenlik başladıktan 1-2 yıl sonra büyümede hızlanma olur, 16 yaşlarında ise yavaşlar. İzlem, çocuğun büyümesi tamamlanıncaya kadar devam eder. Ergenlik döneminde izlem sadece boy için değil, aynı zamanda ergenlik döneminin çeşitli gereksinimleri göz önüne alınarak yapılır.
Anne-babanın kısa olmasının sebebi de altta yatan bir hastalık olabilir
Toplumda en sık görülen boy kısalığının normal kısa boyluluk olduğunu ekleyen Prof. Dr. Feyza Darendeliler, bu çocukların boylarının kısa ancak büyüme hızlarının normal olduğunu belirtti. “Normal boy kısalığına sahip çocukların bir kısmının anne ve babası da kısa boyludur. Ancak kısa anne-babada olan bir hastalık anne-babayı da kısa bırakmış olabilir. Dolayısıyla bu hastalık çocuğuna da geçmiş olabilir. Bu nedenle anne ve baba kısa ise bu duruma dikkat etmek gerekir. Patolojik boy kısalıklarında ise boy kısa ve büyüme hızı düşüktür. Büyüme geriliği de altta yatan bir hastalığın belirtisi olabileceğinden mutlaka doktorun muayenesi ve fizik muayene bulgularına göre uygun tetkiklerin istenmesi ve değerlendirilmesi gerekir.”
Erken tanı ve tedavi ile zeka geriliği önlenir
Büyüme geriliğinin tedavisi, geriliğin sebebine göre değişiklik gösteriyor. Büyüme hormonu eksikliğinde erken yaşlarda büyüme hormonu tedavisine başlanmasıyla başarılı bir tedavi elde edilebileceğini söyleyen Prof. Dr. Feyza Darendeliler, erken tanının önemini vurguladı: “Boy kısalığına neden olan hastalığın erken tanısı, erken tedavi açısından önemlidir. Tedavi ne kadar erken başlarsa sonuç o kadar başarılı olur. Tedavi olanağı yoksa bile altta yatan hastalık açısından aileyi bilgilendirme çok önemlidir. Hipotiroidide yenidoğan döneminde tanı konması ve ilk 1-2 hafta içinde tiroid hormonu ile tedaviye başlanması gerekir. Erken tanı ve tedavi ile boy kısalığının yanı sıra daha da önemlisi zeka geriliği önlenmiş olur. Turner sendromunda ise erken büyüme hormonu tedavisi ile normal nihai boya erişilmesi mümkündür. Doğum tartısı düşük doğan ve kısa boylu olan çocuklarda büyüme hormonu tedavisi ile nihai boyu uzatma konusunda başarılı çalışmalar vardır. İskelet sistemi hastalıklarının bazısında cerrahi olarak boy uzatma operasyonu ile boy uzamasını sağlamak mümkündür.”
Büyüme geriliğine ait ipuçları:
*Çocuğun yaşıtlarına göre daha kısa olması
*Çocuğun anne ve baba boyuna uymayacak düzeyde kısa olması
*Çocuğun pantolon /etek boyunun üst üste 2 yıl aynı kalması
*Kollarda, bacaklarda kısalık
*Gebelik haftasına göre zamanında ama düşük doğum ağırlıklı doğmuş olma- bu çocukların yüzde 10-15’i ilerde kısa kalır
*Çocuğun büyüme eğrisinde aşağı düşmesi
*Yüzde veya vücutta farklı (dismorfik) bulgular
*Kilo alımına rağmen boyun uzamaması
Çocuklar duygu ve düşüncelerini sözlerden çok çizim ya da resimlerle ifade ediyorlar. Anne babalarsa zaman zaman çocuklarının çizimlerine bakarak ‘bunu çizmesi normal mi, neden sürekli bu rengi tercih ediyor, neden kâğıdın hep tek bir köşesini kullanıyor’ gibi düşüncelere kapılıyor. Çocukların gelişimlerinin izlenmesi açısından çizim ve resimler nasıl bir anlam taşıyor? Yaşadıkları sorunlar resimlerinde gözlenebilir mi? Daha da önemlisi taciz ya da istismara uğrayan çocuklar resimlerinden anlaşılabilir mi?
“Boynun çizilmemesi öfke sorununa işaret”
Mutlu ve iletişime açık bir çocuğun çizimlerinde kuş, çiçek, kalp gibi figürler ve kolları serbest ya da iki yana açık insan tasvirlerine rastlanacağını belirten Altınbaş Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü Öğr. Gör., uzman klinik psikolog Buket Koçyiğit Ocak, koyu rengin aşırı kullanımı, gelişim dönemine uygun olmayan karalamalar, normal dışı insan uzuvlarının çocuklar için birtakım problemlere işaret edebildiğini belirtti. İnsan çizimlerinde boynun çizilmemesinin öfke kontrol problemlerini gösterebildiğini, kulakların çizilmemesinin de çevre ile iletişimde sorun olabileceğini düşündürdüğünü anlatan Ocak, aile içi çatışmanın yoğun olduğu evlerde büyüyen çocukların da aile resmi çizmeye karşı tamamen isteksiz olduğunun görülebildiğini aktardı .
“Sayfa altına çizim özgüven eksikliğini düşündürür”
Çocuklardaki olumsuz duygularla bağlantılı olabilecek bir diğer konunun da çizimlerin sayfadaki konumu olduğuna dikkat çeken Buket Koçyiğit Ocak, “Çizimlerin çoğunu kağıdın sol tarafına yerleştirmek bağımlı, ben-merkezci bir kişilik özelliğinin emaresi olabilirken, sağ tarafta toplanan çizimler çevre-merkezli bir kişilik yapısıyla bağlantılı bulunmuştur. Benzer şekilde sayfanın üstünde toplanan çizimler, çocuktaki potansiyel birtakım davranış problemlerini düşündürürken, sayfanın altına toplanan çizimler, özgüven eksikliğine ve depresif bir kişilik yapılanmasına işaret edebilmektedir” açıklamasında bulundu.
“Mor depresif kişilik göstergesi”
Renklerin anlamı ve kullanımının çocuktan çocuğa değişiklik gösterse de literatürde bazı genellemeler bulunduğunu söyleyen Ocak, “Örneğin çocukların geneli sıklıkla; mavi, sarı, kırmızı gibi renkleri kullanmayı tercih ederken; siyah, gri, kahverengi gibi renkleri itici bulurlar. Sarı, mavi ve yeşil, enerji, özgüven, olgunluk gibi kişilik özellikleri ile ilişkiliyken; siyah, mor, turuncu daha depresif, endişeli ya da sıkıntı verici durumlarla ilişkili bulunmuştur” bilgilerini paylaştı.
Siyah ve kırmızı istismar şüphesi
Buket Koçyiğit Ocak, kesin olmamakla beraber elde edilen bilgilerin istismar gören çocukların çizimlerinde, kendini diğer insan figürlerinden ayırmak için sınırlar ve bölmelere ya da kendisiyle diğerlerinin arasında duvar, tv gibi birtakım objelere yer verdiklerini söyledi. Ocak, “Benzer şekilde çocuğun, vücut hatlarını keskin ve bastırarak boyadığı aile üyelerinin de çoğunlukla sorunları fiziksel şiddet uygulayarak çözme eğiliminde olduğu bilinmektedir. Şiddet ve istismara uğramış çocukların resimlerinde sıklıkla kırmızı ve siyah renkler göze çarpar” dedi.
Resim analizinin başlı başına bir değerlendirme aracı olmadığını, çocuk ve aileyle klinik görüşmelerin yapılması gerektiğini ifade eden Altınbaş Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü Öğr. Gör. Buket Koçyiğit Ocak, “Anne-babalar öncelikle çocuklarının gelişim düzeyine uygun bir ilerleme gösterip göstermediği ve ruh sağlıkları konularında sıkı birer gözlemci olmalılar. Bu kriterlerin her zaman bir sorun göstergesi olmayabileceği unutulmamalı. Davranışlarıyla beraber resimlerinde de problem emaresi olabilecek ögeleri barındıran çocuklar için aileler uzmanlardan yardım almayı tercih etmeliler” diye konuştu.
Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Tıp Fakültesi tarafından bu yıl ilk defa 6 üniversiteden 18 takımın katıldığı Uludağ Medikal Simülasyon Savaşları 2019’nin (USİM-WARS) kazananı BUÜ Tıp Fakültesi öğrencileri oldu. Tüm elemeleri başarı ile geçen öğrenciler, Eylül ayında Yunanistan’da düzenlenecek Avrupa Sanal Hasta Yarışması’nda Türkiye’yi temsil edecek.
BUÜ Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı’nın ülke genelinde ilk kez organize ettiği Uludağ Medikal Simülasyon Savaşları 2019 (USİM-WARS) yarışması büyük bir mücadeleye sahne oldu. TÜBİTAK 4004 Doğa Eğitimi ve Bilim Okulları Destekleme Programı kapsamında 6 farklı üniversiteden 18 takımın yarıştığı organizasyonda finale Acıbadem Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi ve Bursa Uludağ Üniversitesi tıp fakültesi öğrencileri kaldı. Son ana kadar heyecanın yaşandığı etkinlikte BUÜ Tıp Fakültesi öğrencileri ipi göğüslemeyi başardı.
BUÜ Tıp Fakültesi USİM Merkezi’nde düzenlenen tören ile öğrencilere ödülleri takdim edildi. Törene Rektör Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ekrem Kaya, Proje Genel Koordinatörü Prof. Dr. Züleyha Alper, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.
SİMÜLASYON MERKEZİ BÜYÜK BİR AVANTAJ
Törende konuşan BUÜ Rektörü Prof. Dr. A. Saim Kılavuz, finale kalan 3 ekibi de tebrik etti. Bünyesinde Simülasyon Merkezi içeren üniversitelerin yarışmada ciddi bir avantaj elde ettiklerini vurgulayan Rektör Kılavuz; “Üniversitemizde böyle bir merkezin bulunması, bizim öğrencilerimiz açısından da başarıyı arttıran önemli unsurlardan birisi olmuştur. Ben bu merkezi bizlere kazandıran ve süreç içerisinde görev yapan tüm yöneticilerimize ve akademisyenlerimize teşekkür ediyorum. Birinci olan öğrencilerimize Atina’da katılacakları yarışmada da başarılar diliyorum. Hepsinin yolu açık olsun” diye konuştu.
Proje Genel Koordinatörü Prof. Dr. Züleyha Alper, Mart ve Nisan aylarında ilk aşamalarını gerçekleştirdikleri yarışmada mücadele eden tüm takımları ve öğrencileri tebrik etti. Final kısmında ise başa baş bir mücadele yaşandığının altını çizen Prof. Dr. Züleyha Alper, birinci olan öğrencileri tebrik ederek, projeye emek veren herkese teşekkürlerini iletti.
TOPÇULAR EYLÜL AYINDA ATİNA’DA YARIŞACAK
Türkiye’de ilk defa Bursa Uludağ Üniversitesi bünyesinde düzenlenen USİM-WARS yarışmasında BUÜ Tıp Fakültesi öğrencileri Mert Topcu, İlker Gökay Güney ve Oğuz Özorhan’ın oluşturduğu ‘Topçular’ takımı şampiyon oldu. Birincilik elde eden öğrenciler, 2-3 Eylül’de Yunanistan’ın Atina şehrinde düzenlenecek olan Avrupa Sanal Hasta Yarışması’nda (European Virtual Patient Challenge) Türkiye’yi temsil edecekler.
Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü ve Pınar Enstitüsü iş birliği ile hayata geçirilen “Eğlenerek Hareket Edelim Sağlıklı Beslenelim Projesi” sağlıklı bir toplum için çocukların okul öncesi dönemde doğru beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlığı kazanması amacıyla gerçekleştiriliyor. Aydın, Denizli, Manisa, Muğla ve Uşak’ta düzenlenen eğitici eğitimi ile bugüne kadar yaklaşık 6.000’e yakın çocuğa ulaşan proje, 2019 – 2020 eğitim öğretim yılında Ankara’da yaygınlaşmaya devam edecek. Pınar Enstitüsü’nün gıda, sağlık ve beslenme konularında toplumu bilinçlendirme ve eğitim faaliyetlerinde bulunma misyonu doğrultusunda; beslenme bilincinin küçük yaşta oluşturulması ve sağlıklı bireyler yetiştirilmesi hedefiyle hayata geçirdiği proje, çocuklarla beraber öğretmen ve ailelerin de bilinçlenmesini hedefliyor.
Ankara’da düzenlenen panelde konuşan Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü Araştırma-Geliştirme ve Projeler Daire Başkanı Dr. Gülderen Özdemir; proje içeriğinden ve uygulamalarından memnuniyet duyduklarını dile getirdi. Özdemir; beden ve ruh sağlığının öneminin tartışmasız öncelik olduğu ve bu önceliğin küçük yaşlarda kazandırılması hedefiyle hayata geçirilen proje hakkında “Bakanlığımızın Hedef 2023 vizyonu doğrultusunda çocuklarımızın ve gençlerimizin fiziksel, psiko-sosyal ve zihinsel gelişimlerine katkı sağlamak, sağlıklı beslenme, trafik ve çevre duyarlılığı arttırmak, enerji tasarrufu, doğal varlıkları koruma gibi konularda erken yaşta farkındalıklarını geliştirmek; teknolojiyi etkin kullanmalarını, yapılandırılmış eğitim ortamlarında inovatif faaliyetler yapabilmelerini sağlamak gibi pek çok alanda proje ve çalışmalar yürütmekteyiz. Ülkemizin kalkınması, gelişmesi, refahı ve mutluluğu çocuklarımızın iyi ve doğru bir şekilde yetiştirilmesine bağlıdır. Çocuklarımıza yaptığımız tüm yatırım, kazandırılan her alışkanlık geleceğe yapılmış bir yatırımdır. Bu amaçla; eğitim gibi dinamik ve sürekli yenilenmeyi gerektiren bir alanda kalitenin artırılması toplumun tüm kesimlerinden iş birliklerinin sağlanması, mevcudu daha da iyileştirecek, geleceğe yapılan yatırımın kalitesini artıracaktır. Bu kapsamda yaptığımız iş birliklerinden biri de Pınar Enstitüsü ile gerçekleştirdiğimiz Eğlenerek Hareket Edelim Sağlıklı Beslenelim projesidir. Tüm bu çalışmalarla öğrencilerin, öğretmenlerin ve tüm okul personelinin ruhsal, bedensel ve sosyal açıdan tam bir iyilik halinde olmalarını hedeflemekteyiz” dedi.
Yaşar Holding Kurumsal ve Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı İsa Coşkun, sağlıklı toplumların sağlıklı çocuklarla mümkün olduğunun altını çizerek kamu, üniversite ve sanayinin ortak paydada buluştuğu, çocuklar adına faydalı bir projeye imza attıklarını dile getirdi. Proje hakkında bilgi veren Coşkun; “Sağlıklı toplumların mimarı olacak çocuklara, öğretmenlere, ailelere ve topluma karşı sorumluluk bilinci ve çağdaş eğitime katkı amacıyla Pınar Enstitüsü tarafından yürütülen bu proje, toplum sağlığı için büyük önem taşıyor. Hazırlanan eğitim materyalleriyle okul öncesi kurumlarda, 12 haftalık süreci kapsayan eğitimler, 36-66 aylık çocuklara yönelik düzenlendi. Hedefimiz bu projeyi gelecek yıllarda Türkiye genelinde yaygınlaştırarak sürdürülebilir kılmak” dedi.
Proje hakkında içerik, süreç ve sonuçların paylaşıldığı Eğlenerek Hareket Edelim Sağlıklı Beslenelim Proje Paneli’nde ayrıca Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Dairesi’nden Sn. Berna Karakaş tarafından “Türkiye’de Çocukluk Çağı Obezitesi” ve Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hülya Gökmen Özel tarafından “Çocukluk Dönemi Beslenme Bozuklukları” hakkında sunumlar gerçekleştirildi.
Sunumlar sonrasında eğitimlerin uygulamalarının gerçekleştirildiği panel ardından konuşmacılara katkılarından ötürü teşekkür plaketi takdim edildi.
Bursa Kent Konseyi ve İnflamatuar Bağırsak Hastaları ve Aileleri Yardımlaşma Derneği’nin (İHBD) işbirliğiyle ‘Ülseratif Kolit’ ve ‘Crohn’ hastalıklarına yönelik ‘İnflamatuar Bağırsak Hastalıkları Hasta Okulu’ programı, Bursa’da ikinci kez düzenlendi.
Bursa Kent Konseyi ve İHBD işbirliğiyle Bursa Kent Konseyi Koza Salonu’nda ‘İnflamatuar Bağırsak Hastalıkları Hasta Okulu’ programı düzenlendi. Hasta ve hasta yakınlarının katıldığı toplantıda uzman doktorlar ‘Ülseratif Kolit’ ve ‘Crohn’ hastalıkları ile ilgili merak edilen soruları cevapladı. İnflamatuar Bağırsak Hastaları ve Aileleri Yardımlaşma Derneği Başkanı Ömür Akkaya, dernek ve çalışmaları hakkında bilgi verdi. Vatandaşları hastalıkla ve gelişen tıpla ilgili bilgilendirme faaliyetlerini sürdürdüklerini aktaran Akkaya, desteklerinden ötürü Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Alinur Aktaş’a ve Bursa Kent Konseyi yetkililerine teşekkür etti.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Gastroenteroloji Hepatoloji ve Beslenme Doktoru Doç. Dr. Fatih Ünal, hastalığın 7 yaşından küçüklerde yüzde 20, 10 yaşından küçüklerde ise yüzde 13 civarında görüldüğünü söyledi. Crohn hastalığının çocuklarda git gide arttığına da dikkat çeken Ünal, Ülseratif Kolit’in belirtilerinin ise ishal, karın ağrısı, kansızlık, kilo kaybı, eklem ağrıları olduğunu vurguladı. Ünal, anne sütünün de koruyucu özelliği olduğunu hatırlattı.
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Macit Gülten, bağırsak hastalıklarının sanayileşmiş toplumlarda daha fazla görüldüğünü, en çok beslenme, çevresel faktörlerin hastalığı tetiklediğini söyledi. Bağırsaklarda yaşayan bakterilerin, insan vücudundaki hücrelerden 10 kat daha fazla olduğunu dile getiren Gülten, bu bakterilerin sağlıklı olduğunu ama zaman içerisinde bunları bozan faktörlerin olduğunu anlattı. Bağırsak florasının bozulmasıyla geçirgenliğin de değiştiğini sözlerine ekleyen Gülten, “Savunma hücreleri, dışarıdan gelen zararlı maddelere karşı daha hassas hale geliyor. Artık gittikçe standart şeylerle beslenen bir toplum olduk. Aşırı hassasiyet, yabancı maddeleri ortadan kaldırabilmek için çeşitli yok edici maddeler salgılıyor. Bu kana karışıyor ve hastalık ortaya çıkıyor. Kansere kadar giden formlarda görülebilir. Özellikle antibiyotiklerin gereksiz kullanımı direnç kazanan bakterileri zamanla hastalık yapan bakterilere dönüşüyor. Gelecekte bu hastalık grubu çok daha fazla artacak” dedi.
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ve Cerrahi Onkolojisi Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Tuncay Yılmazlar, iki hastalığa yapılabilen cerrahi müdahale hakkında bilgi verdi. Yapılabilen müdahaleleri ve ameliyat yöntemlerini anlatan Yılmazlar, hastalıkların avantaj ve dezavantajlarını belirtti.
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Aslı Sarandöl, hastalığın psikiyatri kısmında bilgiler verdi. Bir insana hastalık tanısı konulduğunda benzer süreçlerin yaşandığını dile getiren Sarandöl, tanıyı kabul aşamasının 3-6 ay arasında sürdüğünü ifade etti.
Medicana Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Uzman Doktor Murat Keskin, Crohn hastalığının ağızdan anüse kadar sindirim sistemi kanalının herhangi bir yerini tutan kronik iltihaplı bir hastalık olduğunu söyledi. Keskin, “Crohn hastalığının 18-35 ve 60-80 yaş arasında sık görülüyor ve giderek artıyor. Ailesinde bu rahatsızlığı olan birinin hastalığa yakalanma riskinin yüzde 30 ile yüzde 100 arasında” diye konuştu.
Ceylan International Hastanesi’nden Diyetisten Hande Güngör, atak döneminde nasıl beslenme yapılması gerektiği konusunda bilgi verdi. Kişiye özgü beslenmenin önemine değinen Güngör, bol proteinli, az posalı, az yağlı, vitamin minarelerinden oluşan diyet tedavisinin uygulanabileceğini anlattı.
Geri123...28İleri
28 sayfanın 2. sayfası