Anasayfa SAĞLIK

0 1785

Uzmanlara göre çocuklara en uygun spor ve müzik becerisi kazandırmanın yolu ilgiden geçiyor. Her ikisine de başlama yaşının önemli olduğunu hatırlatan eğitimciler, hobi edinen çocukların, sosyal yaşamda, okul hayatında daha başarılı olduklarını belirterek, “ Stresi azaltır, disiplini sağlar, gelişimi destekler” diyor.

Çocuklarda spor ve müziğe başlanması için en uygun dönemin 5 -7 yaş olduğunu anlatan uzmanlar, ailelerin çocukların ilgi duydukları alanlara yönlendirilmesini öneriyor. Okul başarısını iyi yönde etkileyen, disiplinli olmayı sağlayan aktivitelerin, çocukların sorgulayıcı düşünmelerine de katkı yaptığını dile getiriyorlar. Temas içeren sporlarda mutlaka fiziksel yaşın dikkate alınması uyarısında bulunuyorlar. Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Dekan Vekili Prof.Dr. A. Haydar Demirel ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Prof. Dr. Sıddık Binboğa Yarman, çocuklara en doğru becerinin kazandırılmasında dikkat edilmesi gerekenleri şöyle anlattı:

SPORLA HAYAT DİSİPLİNLİ HALE GELİYOR
Prof. Dr. Haydar Demirel (Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Dekan Vekili): Türkiye’de erken yaşlarda çocukların fiziksel aktivitelere katılması çok önemli. Örneğin geçen yıl 600 çocuk üzerinde yapılan bir araştırmada 7-12 yaş aralığında atılan adım sayısı kızlarda 9 bin 733, erkeklerde 10 bin 973. Ancak istenilen rakamlar kızlarda 12 bin, erkeklerde 15 bin civarı. Ülkemizde çocukların yaklaşık yüzde 90’ı hareketsiz. Böyle olunca da küçük yaşlarda kolesterol, hipertansiyon gibi hastalıkların başlamasına şaşırmamalı. Öğrencilerin sabit oturmaması, hareket etmeleri şart. Bebeklikte yürütme dönemlerinde çocukların 30 dakika planlı, 30 dakika da kendiliğinden doğal yürümesi sağlanmalı. Okulöncesi dönemde ise parka gitsin, bisiklete binip, ders dışında aktivitelere katılsınlar. Eğitim döneminde günde bir saat hızlı yürüyebilir, koşabilirler. 2 -3 yaşlarında çocuk koşmak, zıplamak, sıçramak gibi bazı basit, temel hareketleri öğrenir ve yapar. Özellikle bazı becerilerin kazandırılmaya çalışılması için bu yaş çok erken. Erken dönemde parka gidebilir salıncakta sallanabilir, ailesinin kontrolünde havuzda su ile oyunlar oynayabilirler.
4-6 yaş arasında dans edip ip atlayabilir, hafif topları yakalamak, fırlatmak, iki tekerlekli veya arkada ek tekerleri olan bisikletlere binebilirler.
6 -7 yaşından sonra çocukların motor becerileri ve güvenlik duygusu artar. Artık takım sporlarına başlayabilirler. 3 gün kuvvet tarzı hareketler, yani bir yerlere tırmanmak gibi aktiviteler kas ve kalp sağlığı için önemli. Spor çocuklar için erken dönemde oyun olarak görülmeli. 3- 5 yaşında başarı beklenilmemeli. Örneğin futbol becerisi profesyonel ve spor olarak 2 biçimde ayrılıyor. Organize çalışmalar 10 yaşında normal ise 5‘te başlıyor. Yani ani karar verilen spor dalları için çocuğun en az 10 yaşında olması gerekiyor. Ayrıca takımda yer almadan önce bu alanda temel beceriler kazanmalı.

Genetik faktörler dikkate alınmalı
Doğru sporun seçilmesinde örneğin genetik olarak anne babanın boyu uzunsa çocuğunda ileride böyle olacağını düşünüp basketbola yönlendirme yapılabilir. Suyu seviyorsa yüzme, hareket beceri, esneklik gelişmişse jimlastik olabilir. Bütün spor dalları için beceri, dayanıklılık, esnekliğe sahip olmak genel özellikler arasında yer alıyor. Çocuk önce yapacağı sporu sevmeli. Antrenmanların uzun olduğu dallar seçim sırasında iyi değerlendirilmeli. İleride profesyonel mi yoksa hareket amaçlı mı tercih edilecek, aile önce buna bakarak karar vermeli.
Fiziksel gelişimlerinin uygun olduğu ortamlar seçilmeli. Örneğin basketbol, futbol, güreş gibi temas olan dallarda çocukların krolonojik yaşı değil beceri ve fiziksel yaşı dikkate alınmalı. Burada 5 -6 ay bile çok önemli olabiliyor. Eğer bu gözden kaçırılırsa başarısızlık olması durumunda motivasyon düşer ve ilgi azalır. Anne babanın birinci hedefi çocuğun keyif almasını sağlamak olmalı, sabırlı ve motive edici davranılmalı. Okulda, spor kulüplerinde veya mahallelerde arkadaşlarıyla spor yapmasına imkân verilmeli. Öğretmenin sevilmesi de gerekiyor. Tercih edilen aktivitenin güvenli olması, herkesi içine katması da onların gelişimine olumlu katkı yapıyor. Bunlar sayesinde çocuk sabırlı olmayı öğrenir, takım sporlarında paylaşım duygusu yaşar. Sağlıklı kemik ve kas oluşumu desteklenir. Düzenli spor yapanlar haftalık zamanı iyi kullanır. Ödevlerini iyi planlar, uyku, yemek saatlerini kaçırmaz. Hayatları daha disiplinli hale gelir. Takım sporları voleybol, basketbol gibi oyunlar paylaşım, kazanma, kaybetme duygusunu öğretir. Çalışmanın önemini kavrarlar. Pes etmemeyi, güçlüklerin üstesinden gelmenin hissini çocuklara spor verir. Yapılan bütün etkinlikler stresi azaltır. Matematik gibi özellikle sayısal alanlarda yeteneklerinin gelişmesine katkı sağlar. Çabuk karar vermeyi etkiler.

MÜZİK ALETİ ÇALMANIN HAFIZAYA KATKISI VAR
Prof. Dr. Sıddık Binboğa Yarman (İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü): Yeni doğmuş çocukların beynini geliştiren alanların başında çoksesli müzik geliyor. Müzik anne karnında işitme duyusu ile hayatın parçası haline geliyor. Çocukların öğrenme ve beyin gelişimlerine katkı sağlıyor. Okulöncesi eğitimde duyulan müziğe tepki vermeleri, uygun ritimde dans etmeleri ve seslerini kullanarak eşlik etmeleri zekâlarının gelişimini olumlu etkiliyor. Şarkılar, dinlenilen müziğin algısı, notalar birer beyin egzersizi haline geliyor. Bu nedenle çocuğa uygun beceri kazandırmadan onu özgür bırakmak doğru. Deneme yanılma yoluyla en uygun aleti seçmesi sağlanmalı. İlgilendikleri alanlar saptanmalı, bunun için uygun imkânlar yaratılmalı ve desteklenmeliler. Bir müzik aletini çalmak çocuğa öncelikle hafıza konusunda çok büyük katkı verir. Odaklanmayı, dikkati ve konsantrasyonu geliştirir. Sıkıntıyı ve stresi azaltır. Böylece mutlu, sağlıklı düşünen, zeki ve ufku açık bireyler olarak yetişir.

Piyano çalmaya başlamak için 4-5 yaş uygun. Küçüklerde tekrar algısı daha iyi olduğu için çabuk öğrenirler. Burada fiziksel gelişimini ve merakını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Çocuğa bu konuda baskı yapılmamalı. Baskı olursa gelecekte negatif geri bildirimler oluşturabilir. Genellikle piyanoda yarı zamanlı eğitime 6 ile 9 yaşlarında, tam zamanlıya ise 9 yaşında başlanıyor. Bütün gün süren eğitim mesleki olarak müziği seçen ve konservatuvarda devam ettirmek isteyen öğrencileri içeriyor. Daha kısıtlı olanlar ise hafif bir müfredatla solfej ve enstrümanı kapsıyor.

Yaylı çalgılar için uygun yaş 11-12
Keman çalmaya ise 7 yaşında başlanabilir. Taşınması, çekmesi gibi nedenlerle bu aleti kullanmak daha ileri bir yaşta olabiliyor. Yaylı enstrümanlar daha küçük boyutlarda da üretilebildiği için başlama yaşı yine çocuğun gelişimine bağlı olarak farklılık gösteriyor. Bunlara başlamada yaşı 11-12’yi geçerse profesyonellik için geç kalınır. Enstrümanların boyutları ve onların fiziksel yapılarıyla uyumlu olmalı.

Kaynak: Hurriyet

0 2881

Yakın Doğu Üniversitesi, hızla büyüyen sağlık sektörüne donanımlı işgücü yetiştirmek için yeni bölümler açtı. Üniversite bu bölümü seçen öğrencilere burs da veriyor

25’inci yılını kutlayan Yakın Doğu Üniversitesi, hızla büyüyen sağlık sektörüne, yeni açtığı bölümlerle donanımlı işgücü yetiştiriyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk tıp, eczacılık, sağlık bilimleri, veteriner ve diş hekimliği fakültelerini kuran üniversite, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu’nu yeni bölümlerle zenginleştirdi. Amaç özellikle sektörün ara eleman ihtiyacına çözüm geliştirmek.

BURS İMKANI DA VAR
Yakın Doğu Üniversitesi bir an evvel meslek sahibi olup hayata atılmak isteyen öğrenciler için de çok çeşitli alternatifler sunuyor. Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu’nun yanı sıra Adalet Meslek Yüksekokulu ile öğrencilere 2 yıllık önlisans eğitimi veren üniversite, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu’nda yüzde 50 burs ve ekonomik paket seçeneği sunuyor. Adalet Meslek Yüksekokulu’nda ise burs oranı yüzde 75’e çıkıyor. Üniversitenin yeni açılan diğer bölümlerini ise petrol ve doğalgaz mühendisliği, moleküler biyoloji ve genetik, bilgisayar teknolojileri ve programlama ile otomotiv teknolojisi oluşturuyor. Eğitim dili Türkçe olan bu bölümlerde tam burs ve yüzde 50 burs seçeneği sunuluyor. Burs, mezuniyete kadar devam ediyor. Ayrıca bu bölümlerde üniversitenin birçok alanında sunduğu ekonomik paket avantajı da var.

YÜZYILIN DENEYİNE DESTEK VERİYOR
Yakın Doğu Üniversitesi, bilim alanındaki çalışmalarıyla da adından sıkça söz ettiriyor. Üniversite, hesaplama hızı ve kapasitesiyle dünya üniversiteleri arasında 11’inci sırada yer alan “Süper Bilgisayar” ile Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nin (CERN) “yüzyılın deneyi” olarak adlandırılan “Tanrı Parçacığı” araştırmasına ve “Kanseri Fethedelim” gibi dünya çapındaki çalışmalara destek veriyor.

Kaynak: Sabah

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile Türkiye Yeşilay Cemiyeti iş birliğiyle hayata geçirilen Türkiye Bağımlılıkla Mücadele (TBM) Eğitim Programı kapsamında, yeni eğitim öğretim yılından itibaren 8 bin saha eğitimcisi ile 8 milyon öğrenciye bağımlılıkla ilgili eğitimler verilmeye başlanacak.

MEB yetkililerinden aldığı bilgiye göre, çocuk ve gençlerin tütün, alkol, uyuşturucu madde, teknoloji ve diğer tüm bağımlılıklarla ilgili bilinç düzeylerini arttırmak amacıyla 3 Ocak 2014’te MEB Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ile Türkiye Yeşilay Cemiyeti arasında “Bağımlılıkla Mücadele Eğitimi Projesi” başlatıldı. Proje kapsamında “Türkiye Bağımlılıkla Mücadele Eğitim Programı” geliştirildi.

Eğitim programı, bağımlı olmayan bireylerin bağımlılık sürecine girme riskini en aza indirecek evrensel temelli bir eğitim programı olarak hazırlandı. Programda başta çocuklar ve gençler olmak üzere tüm ilgili kesimlere önleyici eğitim hizmeti sunulması amaçlandı.

Projenin pilot uygulaması İstanbul’da bulunan liselerde gerçekleştirildi. Program geliştirme süreci pilot uygulama süreci ile birbirini takip eder şekilde planlandı.

Pilot uygulama kapsamında 17-22 Şubat 2014 tarihlerinde İstanbul’da 39 ilçedeki 41 formatöre 6 gün süren bağımlılıklarla mücadele eğitimi verildi. Bu eğitimlerde tütün bağımlılığı, alkol bağımlılığı, madde bağımlılığı, teknoloji bağımlılığı ve sağlıklı yaşam eğitimleri verildi.

Eğitimleri 4-5 Nisan 2014 ile 5-6 Mayıs 2014 tarihleri arasında gerçekleştirilen 41 formatör kendi ilçelerindeki liselerde görev yapan rehber öğretmenlerine (saha eğitimcilerine) 2 günlük bağımlılıkla mücadele eğitimleri verdi. Bu eğitimlerde 39 ilçeden 830 rehber öğretmene ulaşıldı. Bu kapsamda her hafta 8 ilçede olmak üzere toplamda 5 hafta sonunda 39 ilçenin tamamında bulunan lise rehber öğretmenlerinin katılımıyla saha eğitimcisi eğitimleri tamamlandı.

Daha sonra 39 ilçede 515 lisede öğrenci eğitimleri gerçekleştirildi. Pilot uygulamada İstanbul’da yaklaşık 60 bin öğrenciye bağımlılık alanlarında eğitimler verildi. Eğitimlerden önce ve sonra yapılan anketler projenin pilot uygulamasının başarıyla sonuçlandığını ortaya koydu.

Pilot uygulamada karşılaşılan sorunlar çerçevesinde program güncellenip 2014-2015 eğitim dönemi başında Türkiye genelinde yaygınlaştırılacak.

Bu kapsamda Türkiye genelinde “400 formatör eğitimci” ve bu formatörlerin eğitim vereceği 8 bin saha eğitimcisi ile doğrudan 8 milyon öğrenciye bağımlılıkla ilgili eğitim verilmesi hedefleniyor.

0 1391

Türkiye Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi doktorlarından Cafer Abbasoğlu, sınav stresinin gençleri kalben yaşlandırdığını söyledi.

Türkiye’deki sınav sistemlerinin çocukların ve gençlerin üzerinde inanılmaz bir stres ortamı oluşturduğunu vurgulayan Abbasoğlu, bununda kalp-damar yaşını olumsuz etkilediğini söyledi. Her sınav döneminin çocukların damar yaşına 5 yıl eklediğini belirten Abbasoğlu, “Her sınav dönemi çocukların damar yaşına 5 yıl ekliyor. 18 yaşına gelmiş ve en az iki sınav geçirmiş olan bir gencin kalp yaşı, üzerine eklenen ortalama 7 yıl ile birlikte en az 25 oluyor” ifadelerini kullandı.

Abbasoğlu, fiziksel yaş kadar damar yaşının da sağlıklı bir yaşantının altın anahtarı olduğunu söyledi. Son yıllarda kemik yaşı, yumurtalık yaşı, cilt yaşı gibi birçok terimin ortaya çıktığını belirten Abbasoğlu, yaşam kalitesinin yükselmesi adına kalp ve damar yaşının da insan hayatının en önemli parçalarından biri haline geldiğini vurguladı.

Dr. Abbasoğlu kalp ve damar yaşının başlangıcını şu şekilde açıkladı: “Yeni doğmuş bir bebeğin kalp ve damar yaşı, fiziksel yaşla aynı. Yani 0. Ancak 1 yaşından itibaren beslenmeye ve yaşam tarzına bağlı olarak fiziksel yaşla kalp damar yaşı farklılaşmaya başlıyor.”

Bu durumda takvim yaşı ile kalp-damar yaşının birlikte ilerlemediğini özellikle vurgulayan Abbasoğlu, “İnsanların uzak durması gereken faktörler maalesef kalp-damar yaşını ileriye taşıyor. Kişinin 1 yaşından itibaren kalp ve damar yaşı hızla büyüyerek fiziksel yaşın onlarca yıl önüne geçiyor. Örneğin, sigara kalp damar yaşını 15, sınav stresi 5, obezite ise 30 yıl kalp-damar yaşını ilerletiyor. Bu durumda 7-8 yaşındaki obez bir çocuğun damar yaşı 38 olabiliyor” dedi.

Verdiği örnekler hakkında detaylı bilgiler veren Abbasoğlu, sigara içen insanların takvim yaşlarından en az 15 yıl daha yaşlı olduklarını bilmeleri gerektiğinin altını çizdi. “20 yıl, günde 1 paket sigara içen bir insan, ömrünün 5-10 yıl daha kısa olduğu kesinlikle bilmelidir.” diyen Abbasoğlu, daha tiryaki olan kişilerde ise bu sürenin 15 yıla kadar uzayabileceğine dikkat çekti.

Sigaranın yanı sıra yanlış beslenmenin de kalp-damar yaşını ileriye götüren önemli unsurlardan biri olduğunu belirten Abbasoğlu, “Sağlıksız beslenme kalp-damar yaşını 30 yıl ileriye kadar götürebilir. Bu yüzden 7-8 yaşında obezite tanısı konmuş bir çocuğun kalp-damar yaşı 30 eklenerek bulunur ki bu da 38 yaşına tekabül eder. Çünkü obezite nedeniyle damar cidarında, damar sertliğinin başlangıcı olan yağlanma plakları başlayabilir” dedi.

Çocuğunuzun ileriki yaşlarda herhangi bir sorun yaşamaması için daha 0-1 yaştan itibaren kontrol altında tutulması gerektiğini ifade eden Abbasoğlu, ilk bir yaş içinde özellikle özel mamaların kullanılmamasını belirtti.

“7-15 yaş arası çocukların fastfood beslenme tarzından kesinlikle uzak tutulması gerekir. Çocuklara 10 yaşından itibaren sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırılmalı, fastfood’un zararları öğretilmelidir” diyen Abbasoğlu, sağlıklı beslenme kadar çocuklara spor yapma alışkanlığının kazandırılmasının da önemine vurgu yaptı.

0 1788

Gençler arasında şiddet eğilimini azaltmak için hayata geçirilen ‘Ben Ergenim’ projesi çerçevesinde 6 ilde 2.857 öğrenci, 505 ebeveyn ve 215 öğretmen ile yapılan araştırma Tüvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı (TOÇEV), AstraZeneca Türkiye ve Milli Eğitim Bakanlığı işbirliği ile gerçekleşti.

Çalışma, İstanbul, Sakarya, Kırlareli, Bolu, Eskişehir ve Sinop’ta uygulanmaya başlandı.

Gençlerin şiddet eğiliminin yaş ilerledikçe arttığını gösteren araştırmaya göre, bu eğilim erkeklerde daha yüksek gözlenirken, kızlarda umutsuzluk daha fazla görülüyor. Ergenlik ve sorunlarının yaş büyüdükçe yoğunlaştığı tespit edilen projeye göre, ergenler arasında şiddet eğilimi eğitim sonrasında ölçülebilir oranda azalıyor, umut ise artıyor. İl verilerine göre, ailelerin eğitim düzeyi İstanbul, Sakarya ve Kırklareli’nde ortaöğretim, Bolu’da ilköğretim, Sinop’ta ilköğretim sınırında.

Ergenlikte anne baba ve öğretmen çok önemli
Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Uzman Psikolog Nesteren Gazioğlu danışmanlığında yürütülen çalışma ile ilgili bilgi veren TOÇEV’in Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Uygun şunu söyledi: “Saha çalışmaları bize, sorunlu geçen ergenlik dönemindeki en büyük etkinin, anne, baba ve öğretmenlerde olduğunu gösteriyor. Bu dönemi anlayarak bilinçli hareket eden yetişkinlerle büyüyen çocukların bu evreyi çok daha rahat atlattıklarını görüyoruz. Ben Ergenim ile, bir yandan gençlerimizin şiddet dürtülerini farklı yöntemlerle zararsız noktalara kanalize ederken diğer yandan da aileler ile öğretmenlerin ergenlik ile ilgili farkındalıklarını arttırmalarını sağlıyoruz.”

Ben Ergenim projesi, atölye çalışmaları ve seminerlerin yanı sıra, geniş kapsamlı bir metodolojik çalışma da içeriyor. Çalışma kapsamında verilen eğitimin kalıcı olması ve bilginin yaygınlaştırılması amacıyla hem ergenlere, hem de velilere yönelik kitapçıklar hazırlandı. Bu kitapçıklar, okullarda dağıtılıyor. Çocukların ilgisini çekmek ve onlara farklı bir dilden ulaşabilmek amacıyla, proje mesajlarını karikatürlerle anlatmak üzere bir çalışma da yapıldı.

3 yıllık saha çalışması hedefiyle hayata geçirilen projeni bilimsel makale olarak yayınlanacak.

0 1526

Televizyon ve çocuk konusundaki soruları Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tevfik Alıcı yanıtladı.

1) Çocuklar günde en fazla kaç saat televizyon izlemeli?
– Mümkün olduğu kadar az izlemeliler. Yaşa bağlı olmakla birlikte çocukların televizyon izleme zamanı günde iki saati asla geçmemesi gerekiyor.

2) Ailenin, çocuk her ağladığında, yemek yemediğinde, huysuzlandığında televizyona başvurması, çocuğu onunla oyalaması doğru mu?
– Doğru değil ama bu, anne-babalar tarafından sıkça yapılıyor. Bu kolayına kaçmaktır. Beş yaşından küçük çocuklara yemeğini yediğinde ödül olarak televizyon izlemek yerine, birlikte oyun oynamak teklif edilebilir. Huysuzlanma ve ağlama gibi durumlarda bu kesinlikle yapılmamalı, çünkü iki kötü davranış birden pekiştirilmiş olur.

3) Aile ile birlikte izlendiği sırada televizyonda uygunsuz, zararlı bir davranış olduğunda anne-baba nasıl davranmalı?
– Aile, çocukla birlikteyken beraber izleyebileceği programları seçmeli. Ancak bu sağlansa da sakıncalı sahneler olabiliyor. Bu durumlarda ise anne-baba, böyle davranışların neden sakıncalı olduğunu açıklarsa, çocuk üzerindeki zararlı etkileri önlenebilir.

4) Kaç yaşına kadar çocuğun televizyon izlenmesi önlenmeli?
– Yaşı ne kadar küçükse çocuk o kadar az televizyon izlemeli.

5) Çocuğu televizyondan uzak tutmanın yöntemleri neler?
-Çocuğu televizyondan uzak tutmak için cezaya başvurulmamalı. Onun yerine alternatif davranışlar pekiştirilmeli, ödüllendirilmeli. Anne-baba çok televizyon seyretmenin çeşitli nedenlerle zararlı olabileceğini bilmelerine rağmen bu durumu çocuğa bakmanın en kolay yollarından biri olarak görebiliyor. Ancak yapılması gereken (kitap okumak gibi) çocuğa farklı seçenekler sunulması ve bunların düzenli olarak yerine getirilmesi.

0 1450

Egzoz, hava kirliliği, beslenme alışkanlıkları, gürültü, kalabalık, dar oyun alanları çocukları hasta ediyor.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Bülent Öztürk, özellikle şehir hayatının geleneksel yemek alışkanlıklarının yerini fastfood beslenme tipine bırakmasının ve hava kirliliğinin çocukların sağlıksız büyümesine sebep olduğunun altını çizerek, “Bu dezavantajlar çocukların gelişimini etkiliyor. Birleşmiş Milletler’in yayınladığı çevre kirliliği raporuna göre dünyada her yıl 11 milyon çocuk hava kirliliğinden hayatını kaybediyor” dedi.Öztürk, “Kuşkusuz şehir hayatı konforlu ve avantajlarla dolu. Ancak şehirlerdeki hava kirliliği, kötü beslenmene ve stres özellikle çocuklar için büyük stres oluşturuyor. Çocuklar sıklıkla fastfood tipi besleniyor, doğadan uzak kirliği bir ortamda büyüyor ve ailelerin koşuşturmayla geçen günlük hayatına ayak uydurmaya çalışıyor” açıklamasını yaptı.

Uzman Dr. Bülent Öztürk, çocukların bundan yetişkinlere göre daha fazla etkilendiğini belirtiyor. Gelişim açısından en zararlısı ise sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve kirli hava. Hamburger, kola, cips… Çocuklar için vazgeçilmez yiyecek arasında yer alan bu fastfood tarzı gıdalar, geleneksel yemek alışkanlıklarının yerini çoktan aldı. Ancak bu tarz bir beslenme çocukların gelişimini önemli ölçüde etkiliyor ve genç nesillerde obezite hastalığı sayısı her geçen gün artıyor. Özellikle çalışan anneler, zaman yetersizliği yüzünden bu tip kaçamaklara göz yumsa da çocuklar baklagiller, sebze ve meyveler gibi geleneksel gıdaların yararlarından mahrum kalmış oluyor. Bu alışkanlık, hem çocukların besin değeri düşük gıdalara alışmasına neden oluyor hem de kilo alımını tetikliyor” diye konuştu.

Şehir çocuklarının soluduğu havanın doğal yerlere göre çok daha kirliği olduğuna dikkat çeken Dr. Öztürk, “Dünyada her yıl 1 buçuk milyara yakın insan hava kirliliğinden etkileniyor ve bu oranın önemli bir kısmı da çocuklardan oluşuyor. Yılda 15 milyona yakın çocuk kirli havadan hayatını kaybediyor. Bu rakamın 4 milyonu sadece 5 yaş altı çocuklar. Dünya genelinde en fazla hava kirliliği Asya ülkelerinde meydana geliyor. Trafiğin yoğun olduğu büyük şehirlerde oksidan miktarı çok daha fazla.

Oksidanlar solunum yolları için zehir etkisi yapıyor. Bunların baş ağrısı, gözlerde sulanma ve kızarma, burun akıntısı ve hapşırma gibi tahriş edici etkileri var. “Oksidanlar, solunum yollarını döşeyen hücreler üzerine de çok zararlı ve hasar oluşturucu etkiler yapıyor. Araştırmalar, oksidanların başta astım ve saman nezlesi olmak üzere alerjik hastalıklara yol açtığını ortaya çıkarıyor. Alerjik hastalıkların gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde daha fazla görülmesinin temelinde de bu yatıyor. Bu zarar, özellikle küçük çocuklarda daha belirgin. Bağışıklık sistemi henüz yeterince gelişmemiş olan küçük çocuk ve bebekler hava kirliliğinin yoğun olduğu şehirlerde yaşıyorlarsa, ileriki yaşlarda egzama, astım ve saman nezlesi gelişmesi riski çok yüksek oluyor. Oksidanlar alerjik hastalıkların yanında daha önemli ve tehlikeli hastalıkları da tetikleyebiliyor. Astım ve bronşit ve nefes darlığına bunlardan sadece bazıları” dedi.

Öztürk şunları söyledi:”Şehir hayatının en önemli özelliklerinden biri olan günlük kronik gürültü, çocuklarda tansiyonun, kalp atışlarının ve stres hormonlarının yükselmesine yol açabiliyor. Bir çamaşır makinasının sesine eş 50 desibellik gürültü bile özellikle çocuklarda zaman içinde kuruntu, umutsuzluk duygusu ve sinire sebebiyet veriyor. 60 desibelin üzerinde ise bu olumsuz etkiler kronik psikolojik rahatsızlıklara sebep oluyor.

Tüm bunlarla birlikte çarpık kentleşme sonucunda uygun olmayan şehir planları da çocukların sokakta oyun oynayabilecekleri alanları kısıtlıyor. Özellikle okul öncesi eğitimden sokak oyunları çocukların bilişsel gelişimlerini artırıyor, sosyal ve öz bakım yeteneklerini geliştiriyor. Oyun alanlarının kısıtlanması çocukların daha yalnız büyümelerine ve kendilerine yetmeyi öğrenememelerine sebep oluyor. Bu yüzden güvenlik tedbirlerinin yeterli olduğu sokak alanlarının çocuklar için artırılması çok önemli. Yeterli alan bulamayan çocukların yol kenarlarında ve dar bina aralarında oyun oynamak zorunda kalması güvenlikleri açısından da tehdit oluşturuyor” diye konuştu.

Yıldız Teknik Üniversitesi Basın Danışmanı ve ‘Sosyal Medya Savaşları’ kitabının yazarı Ümit Sanlav, akıllı telefon kullanan her 10 gençten 9’unun daha yataktan kalkmadan etkileşimlerini kontrol ettiğini söyledi.

Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ)Basın Danışmanı ve “Sosyal Medya Savaşları” kitabının yazarı Ümit Sanlav, Eğitim Teknolojileri Zirvesi’nde teknolojinin faydalarını ve yanlış kullanımındaki olumsuz etkilerini anlattı. Zirvenin sosyal medya oturumunda konuşan Sanlav, özellikle gençlerin hızla yaşam kalitesini düşüren sosyal medya bağımlılığı girdabına düştüğünü ifade etti.
Zirvede hologramla yer alıp, ETZ KoordinatAörü Işıl Boy ile selfie çektirerek sosyal medyada paylaşan Einstein‘in “Korkarım ki bir gün teknoloji insani etkileşimin önüne geçecek ve aptal bir nesil olacak” sözünü hatırlatan Ümit Sanlav, hayatı sanal ortama taşıyıp orada yaşamanın olumlu ve olumsuz yönlerine değindi.

Ümit Sanlav, “Sadece Facebook kullanıcılarının dahi günde ortalama 8 saatini sitede geçirdiği internet dünyası, insan beyni ve düşüncesinde bazı değişiklikler oluşturuyor. Araştırmalara göre hızlı ve hazır bilginin kolaylıkla bulunabildiği bir ortam olan internet, yaratıcılığı ve düşünme kabiliyetini köreltiyor. Artık daha önce öğrenilen bir bilgiyi hatırlamaya çalışmak yerine internetten araştırmayı tercih ediyoruz. Dolayısıyla bunun akıldaki tembelliğe yol açması kaçınılmaz oluyor. İnternet bağımlılığının yüzde 61 oranında seyrettiğini belirten uzmanlar, interneti yoğun kullanan insanların depresif olma olasılığının 2. 5 kat arttığını ifade etmekte. İnternetin kullanımının oluşturduğu stres de dikkat çekilen hususlar arasında yer alıyor” dedi.
“Sosyal Medya Savaşları” yazarı Sanlav, sosyal medya bağımlılığını genel hatlarıyla internet başından ayrılamama, internete girmeyince kendini boşlukta ve huzursuz hissetme, sürekli bir şeyleri kaçırıyormuş hissine kapılma ve günlük yaşamını devam ettirememe durumu olarak özetledi.

Sanlav, internet bağımlılığını şöyle tanımladı: “İşte çalışırken, trafikte araba kullanırken, yolculuk ederken, yolda yürürken, arkadaş ortamında otururken, kısacası nerede ve ne zaman olursa olsun sosyal medyada paylaşımlarının etkileşimini kontrol etmeden duramayanlar. Aile içinde ya da arkadaş ortamında dahi karşısındakinin yüzüne bakıp sohbet etmek yerine, kafaları önlerinde, sosyal medya ile haşır neşir olma durumu. Hayatın ve o anın tadını çıkarmak yerine paylaşmayı tercih ederek yaşam kalitesini düşürenlerin bulunduğu bir durum.”